Olmayan Sevgiliye Mektuplar
Sevgili okur;
Sevgiliye sayısız mektuplar yazılır, ona ait olacak vaziyette. Sayısız serenadlar yapılır kalsın diye, sayısız gözyaşları dökülür; sevsin diye ve sayısız melodiden muaf nağmeler tutturulur, anlasın diye. Lâkin gidecek sevgili tutulmaz, sevgilinin gittiği otobüs beklenmez. Giden gittiği yerde mutludur en nihayetinde. Bize yakışan, "ağlayı ağlayı" güldüğümüzü başka bir ruha hissettirmemektir. Ey okurun sevgilisi, Nazım Hikmet'in şiirini haklı çıkaran sevgili; dilerim ki gönlünce yaşamak istediğin hayatı bu saatten sonra kaybedecek bir şeyin olmadan, uğruna kendini bile tedavi edeceğin şeyler olmadan yaşarsın! Çünkü sevgili, tedavideki ilacı bazen yalnız alamazsın.
Gözlerinden öpüyorum.
27.09.2024
Sahiden biz kimiz? Kendi hayallerinin içinde karanlıkta süzülen beyaz bir kelebek mi yoksa baharı bekleyen umutsuz bir kar tanesi miydik? Henüz çözemedim. Belki de hayat denen kavramın ne zaman son bulacağını bilmediğimiz şu zamanda sadece arzularına ve hayallerine bağlı olarak yaşayan bir mahlukuz. Peki ya sen, sen nasıl yaşıyorsun? Pikapta dönen bir plak gibi mi yaşıyorsun hayatı yoksa rüzgârın savurduğu bir sonbahar yaprağı mı? Yoksa zorlukla şişirdiği balonu patlayan bir çocuk misali mi? Bazen çok soru soruyorum ama doğrusu da bu değil midir zaten, sorgulamak. Ama en çok da neyi sorgularım bilir misin, gerçekliğimizi. Nasıl hepimizin gerçekliği farklıysa ben de bizim gerçekliğimizi sorgularım. Bazen gerçekliğimizi çıplak bulutlara sarılan gökyüzü şeffaflığında bazen ise Camus yengeçlerine benzetirim. Gerçekten de bazen yengeç gibi hissettiğimiz anlar oluyor ancak arzularımıza kendimizi kaptırdığımız an unutulup gidiyor hepsi. İşte ben bu yüzden yaşadıklarımızı kalemime dökerim. Ne kadar amatör olsam bile. Peki ya sen? Sen döker misin? Şu sıralar sadece yazıyorum. Çünkü yazı nankör değildir uçup gitmez, çünkü fikirlerin yaşamayı bizden daha çok hak ediyor, söz nankördür; uçar, yanında hislerini de benliğini de götürür. İşte hisler gidince içinde ölüm sükuneti kalıyor insanın. İnsan gidince de ölüm sükûneti kalıyormuş. Biri geçti hayallerimin müzesinden. Kalacak kalbi var mıydı? Gidecek cesareti gözlerimden mi almıştı? Ama arkasına baktı. Giden hep mutluydu, kalan yaşanabileceklerin acısıyla kalıyordu. Vücudumda emaren bile yok. Beni sil baştan kavramına inandırdığın için minnettarım sana. Ceplerimde güçlü cümleler, ceplerinde benden parçalar.
03.10.2024
Gerçekliğimin aynasından çok kişi baktı, çok kişi benimle kayboldu. Geri dönmene izin vermemeliydim asla! Aşağılık benliğimi tüm çıplaklığıyla gördün, varlığında başkası var sanmıştım ama gitmeni satırlara döktüm. Onun bir satırı bile yok. Sendeki eğlenceyi, yenilmezliği ve ışığı mı arayacağım şimdi? Tenini tenimde hissetmedim, dudaklarını bile görmedim. Hiç göremezsem; silersem izini bu şehirden, yazılarımda sesinin yankısı kalır sadece. Sözde sevmiyorum seni!
07.10.2024
İnsanlar böyledir, suskunsundur diye dertsiz
sanırlar. Belki birçok arkadaşın kendi dertlerini anlatırken sana dönerler ve
çok şanslı olduğunun farkında mısın derler, aslında evet gerçekten çok şanslısındır.
Kişisel menkıbene ulaşmışsındır çünkü ve anne karnı huzurunda, deniz
sükunetinde denemelerini yazabilirsin. Kimisi bu özelliğin tanrı vergisi
olduğunu savunurken sense sadece gülerek kişisel menkıbeme ulaştım diyebilirsin
belki. Sen bu duygulara aşıksındır belki, bense sadece kalbimi denizin sükûneti
ile yıkarım. Kimi zaman dalgalar ve fırtınalar da kopuyor ancak mühim olan da bu
sakinliği korumak değil midir? Tabii bazen de kendimizi meltem rüzgârına
benzetmeden edemiyorum. Bilir misin eskiden hep şunu düşünürdüm, hayat bir
müzik ise benim melodim nedir? Hiç unutamadığın bir benliğine bu soruyu
sormuştum ve bana şu cevabı vermişti; senin melodini bilemem ama benim müziğim
flütün içinde, benim müziğim flüte saklı müzik. Gerçekten çok etkilendiğim bir
cevaptı. O gün bu gündür hala düşünürüm acaba bir gün melodimizi bulabilecek
miyim diye. Ne kadar melodimi bulamasam da hayat müziğimi buldum diyebilirim.
08.10.2024
Önce
gözlerin girer hayallerimden içeri; Sonra ellerin, saçların dudakların… Bir bir
hatırlarım. Şarkılar söylemek gelir içimizden. Yakında bir kuş öter, uzaklardan
da bir tren sesi gelir. Sonra kornalar, çocuk ağlamaları ve hisler bir uğultu
halinde yükselir. Şehirlerden alışılmış bir yaşamak çöker omuzlarına, sarar
benliğini birden. Büyük, devamlı medcezirler halinde korku gelecek, kokusu var.
09.10.2024-10.10.2024
Daha önce
birinin okurken savunmasız hissettin mi? Daha önce birinin yanındayken yaralı
kuş misali parçalanmış hissettin mi? Daha önce birinin hayalini kurduktan sonra
ona olan özlemini dile getirdin mi? Ayı yanıma alıp bu gece kederlenme be ay
demek istiyor; onun umutsuz gözyaşlarını silip okşamak, geçecek demek
istiyorum. Sonra herkese ışık olup kendine sönmüş bir mum olma misalinin
yorgunluğuyla bir duvara yaslamak, acı bir gülümse ile ne mutlu sana demek
istiyorum. Sonra elime kitabını alıp yavaşça ufuklara bakarak rüyalar alemine
gitmek, huzur içinde uyanmak istiyorum. Gitme desem, kalacak mısın? Eğer
gerçekten kalacaksan ne olur gitme. Ay parçası bırakır mı sevdiklerinin
karanlık gökyüzü gözyaşları ile doldukça? Güneş, bırakır mı ışıldamayı tüm
tabiat ona ihtiyaç duydukça? Bulutlar bırakır mı can suyu olmayı yeşerecek
bitkiler susadıkça? Gökyüzü, renkleri tüm çıplaklığı ile gördüğümüz,
yanaklarımıza yağış veren göz misali bulutların güneşi -tüm bitkilere sevgi
ışığı saçanı- kapatanların bulunduğu yer. Ben ki en iyi inceleyen, bunları
görebildi. Karanlık ama bir o kadar da mutsuz gökyüzünden. İnsan neler
hissederse onu görürmüş gökyüzünden, his aynası gibidir gökyüzü. Ne hissedersen
yansıtır onu sana. Kimi zaman gözyaşından hafifçe ıslanmış kitap sayfası, kimi
zaman zifiri karanlık. Dilerim ki sende görebilesin bu kusursuz renkleri. Hep
merak etmişimdir sükûnetle gökyüzünde uçuşan kuşlara heyecan ile bakarken koyu
kahve tonlarındaki harelerin nasıldır diye. Hep diğer insanların harelerini
görebildim acaba senin harelerin ışıldarken nasıl görünüyorlar? Oyuncak
niyetine oynadığımız bu sözleri taşıyacak "zekâ", bu sözleri kaleme
alabilmemiz için "kabiliyet", bu namütenahi sezgileri yüreğine verip
o soğuk kalbi bile ısıtacak bir “aşk”. Var mıdır sende?
11.10.2024
Kırılmış
bir kız gibi hissediyorum; dört duvar arasında değil bir yürekte arıyor
sükûneti, yıkıldıkça yıkılıyorum. Bakıyorum aya, zamanında eski sararmış kitap
yaprağı diye tasvir ederdim ayı. Kırılmış biri ay; ayrıldığı parçalar yıldız,
arkasındaki siyaha çalan lacivert perde ile sanatsal bir tablo oluşturuyor
sanıyoruz ama göremiyoruz onun gözyaşlarını ve onun altındaki gözyaşlarını. Özdemir
Asaf'ın Lavinia’sı, Deniz'in yosun tutmuş kalbi... Bilemiyorum hangisinde
arayacağımı sükûneti. Doğarken ağladı insan bu son olsun dedi Cem Karaca, bu
son oldu mu? Kurduk yepyeni şehirler, her köşe başına ağaçlar kuşlar kondurduk.
Kışın salepimizi, bozamızı içtik.
13.10.2024
İnsanlık
ateşi yanar yanar söner mi? Belki insan, insan değildir hayalleri olmadan dedim
ama yanlış demişim. Hislerimi gizleyeceğim bu mektupta ne sen bilesin ne de ben
tekrar hissedeyim. Bozuk bir saat misali yaşıyoruz, akrep ve yelkovan hep aynı
saatte duruyor. Aşkla baktığım hayat neden bizi yerden yere vuruyor? Biz
insanlara zerre zarar vermekten korkarken neden onlar kafalarındaki
medcezirlerle parçalıyorlar bendimi? Dökülür yapraklar, değişir maestro
rüzgârının yönü. Flüte saklı müzik notalarını şakımaya başlar bülbüller. Sabaha
karşın uyanırsın flüte saklı müziklerle, kalkar dışarı çıkarsın. Hayallerini
öldürmüş sistem köleleri nam-ı diğer arsız insanlık bırakmaz peşini. Yalnız
kaldıysan pencerenden bir bak doğaya, dışarıdaki mükemmel örtüyü bozanlar
söyledi bunu. Kalmadı etrafında beton yığını ve paragöz canlılar haricinde bir
şey. Çek sifonu dertlerine dediler kendilerininkini yatıştırmak için alkole
başvuranlar.
23.10.2024
Kelimelerim
mi susturdu seni ağır mı geldi gerçeklerimiz? Bu yüzden mi benden saklıyorsun
dudaklarını. Aç güzel ağzını oynat dilini duymalıyım seni, yoksa gemiler düğüm
atar boğazıma. Gözlerimi doldurur denizin suları. Sonra gitmek düşer bana,
duramam burada. Hâlâ susacak mısın?
Yorumlar
Yorum Gönder