İnsanlığımı Kaybederken
Selam olsun sana, bir kızın profilinden gelip anlamsızca bakınıyorsan!
Sevgili okuyucu, İnsanlığımı Kaybederken ıstıraplı günlerden sonra geçen zaman dilimidir. Paralizesini henüz tamamlayabilmiş değildir, lâkin leb-i deryâsına -iç huzuruna- ulaşabilmeye yaklaşmıştır. Kimisinin tabiriyle sonsuzluk, kimisinin tabiriyle de homeostaziden başkası değildir. Bu açıklama fazla sana diyebilmek isterdim ama biliyorum ki insansın, yorumlamayı bilsen de kullanmayacaksın. O yüzden araya senin ve senliklerinin kullandığı sözcükleri değil, benim kullandıklarımı koyacağım. Bakalım kendini tanıyabilecek misin?
"İnsan, insan derler idi
İnsan nedir, şimdi bildim
Can can deyu söylerlerdi
Ben can nedir, şimdi bildim."
-Muhyiddin Abdal
Günaydın bebeğim, hikâyemiz geçecek burada. Dikkatli oku olur mu sevgilim?
Yalnız sana inkârımdır senin yüreğimdeki farkın. Hâlim ele veriyor ama anlamaman için her türlü çabayı sarf ediyorum. Mektuplar, telefonlar ve sarılmalar... Hangisi gözlerimizin ele verdiği gerçeği saklayamaz? Hiçbiri. Sana söylediğim yalan mıdır? Sana olan hislerimi gizlemiyorum ama aynı yüzlerimizi maskelediğimiz gibi onu da maskeliyorum. İğrenç bir yalandan farkı yoktur sevgilim ama ben yalan söylemekten korkmam. Çünkü sevemeyiz sevgilim. Çünkü bazen kavuşmak kitapta yazmaz. Çünkü bazen sevilmeden sevmeyi öğrenmelisindir. Çünkü bazen elindekilerin değerini kaybetmemen için o şeye en başta sahip olmaman gerekir.
"Çünkü [bazen] aşk, verdiği ıstırap ile ruhumu bir yandan terbiye ediyor, diğer yandan da aklıma bütünüyle el koyarak olgunluğun verdiği mantığı kullanmama çok az izin veriyordu."
İkimizin, benliklerimizin ve anılarımızın iyiliği içindi. Ah bir bilsen ne kadar seni anlayabilmeyi istediğimi! Senin o düz labirentlerinde tatlı bir gezi insanlığımıza ne iyi gelirdi. Evet, düz, çünkü karmaşıklaştıran şey senden başkası değildi . Bahsetmeyip yüreğine sakladığın tüm acılar, umutsuz aşklar ve anlamlandıramadığım tercümelerin kalmasın yüreğinde. Söz et hepsinden bana. Acıyan her yerini seveyim bir gece. Dumanın üzerini örttüğü gül kurusu dudaklardan çıkan çoğu melodi ile kalbimi şenlendir, ben de seni estetik hazzın ve ruhi cezanın bir gezintisine çıkarayım. Kim bilir; belki bozulur putlar, tabular da benliğin kabullenmez varlığımı. O zaman kapanırım zihninin ayağına; aklımın tenkidi, boğazımdaki düğümlerden ağır ezgi fıstıki makam çıkan yaratıcısı. Fısıldarlar bana omzumdan, "kullan zekâ denen muhamekesi bozuk saatini, gecenin birinde ayyaşın biri yap onu." Tövbe etmediğim tek günahtır. Arayamadığın o tek pişmanlık olmak için bütün kalemimle nüfuz ve hücum ediyorum otomatik zihnine! Neden kurtulamıyorsun benden?
"En hakiki acılar sohbetin [imizin] sıradan kalıpları içinde aktarılır oldu."
Sanırım karıştırdım bütün sana gidecek tarifleri, olsun belki bir gün tozlanmış tarifler ve anılarımız kaç yıl geçecek ama hâlâ güzel duracak. Ben o vakitte bilinç akışının göremediğin derinlikleri ve medcezirlerinde senin benliğinle sevişeceğim! Her gece cebinde bir şişe olarak kalacağım, kokusunda anlamlandıramadığın bir baş döndürücü, anılarında tatlı bir stimüli. Bazen elini cebine götürecek, ulaşmak isteyeceksin, işte o zaman orada yıkamadığım tabuların ve putların olacak. O esnada benim hazdan kendimi cezalandırmam normalleşmiş olacaktı, dikkatimi dağıtacak bir sen muhakemesi olmayacaktı zihnimin derinliklerinde. Çünkü artık olgunluğun verdiği mantığı kullanmama engel bir inhibitör olmayacaktı.
"Duygu, onur ve erdemlerim erozyona uğramamıştır. Beni ben yapan tüm değerlerime ithaf ediyorum."
-İbrahim Ceylan
Yorumlar
Yorum Gönder